Milliyet Sanat
Milliyet Sanat » Haberler » ArtBlog » Türk tiyatrosunun en kıdemli - en genç aktörü ve tiyatrosu

Türk tiyatrosunun en kıdemli - en genç aktörü ve tiyatrosu

Türk tiyatrosunun en kıdemli - en genç aktörü ve tiyatrosu09 Ağustos 2016 - 03:08
Yaz aylarında tiyatro izleyicilerini Nâzım Hikmet ve Bertolt Brecht ile "Güneşin Sofrasında" ağırlayan Genco Erkal ve Dostlar Tiyatrosu'na konuk olduk
REHA KADAK
 
Tarih, Batı kaynaklarından hareketle başlar. Batı, her alanın tarihini kendi yakasından milat verir. Tiyatro da Batı kaynaklarına göre, üzerinde yaşadığımız eşsiz coğrafyada başlamıştır. Ege başta olmak üzere, Marmara ve Akdeniz bölgeleri tiyatro tarihi açısından önem arz eden alanlardır. Tiyatronun gelişimi, türlere ayrılması, metinsel değişiklikler vb. tüm durumlar Antik Yunan ve öncesibaz alınarak anlatılır. Anadolu coğrafyasına sonradan gelen kavimlerde de bu gelişime katkı sağlamıştır. Türk beylikleri, kozmopolit Osmanlı da geldikleri yerdeki tiyatroya kendi geleneklerinden gelen ekler yapmıştır. Tanzimat ile birlikte Osmanlı’da Batı etkili tiyatro anlayışı daha da yaygınlaşırken, imparatorluğun son zamanlarında 1914 yılında kurulan Darülbedai (İstanbul Şehir Tiyatroları), batılı anlamda tiyatronun ilk konservatuarı ve sonradan da ilk tiyatro topluluğunun kurumsal başlangıcı olmuştur. Cumhuriyet ile birlikte gelişimini sürdüren İstanbul Şehir Tiyatroları’na, Ankara’da kurulan diğer konservatuar ve Tatbikat Sahnesi, tiyatro alanına ayrıca katkı sağladı. Bununla birlikte, özel tiyatrolar da Cumhuriyet döneminde hızlı gelişimini sürdürdü. 50’li yıllara gelindiğinde, kurumsal tiyatrolardaki gelişim ile birlikte özel tiyatro toplulukların sayısı hızla artmış ve bu özel tiyatrolarda farklı çalışmalar/denemeler dünyadaki yeni tiyatro akımlarının ülkemizde de tanıtılmasına, pratik edilmesine neden olmuştur.
 
Bu yıllarda Genco Erkal, Robert Kolej günlerinde yola çıktığı tiyatro serüveninde bireysel olarak Kent Oyuncuları, Gülriz Sururi-Engin Cezzar Tiyatrosu, Arena Tiyatrosu, Ankara Sanat Tiyatrosu gibi topluluklarda oyuncu ve yönetmen olarak çalıştı. Genco Erkal, bu topluluklarda ülkede ilk kez tanınacak olan dünya yazarlarının oyunlarına, farklı tiyatro akımlarına dair örnekler verirken, çalışmalarına 1969 yılından itibaren kuruculuğunu üstlendiği Dostlar Tiyatrosu’nda devam etti ve her şeye rağmen hala etmekte. Genco Erkal, Epik/Diyalektik, Absürd, Politik tiyatro akımlarının ve yazarlarının ülkede tanınmasına öncülük etti ve birçok “ilk”e imza attı.
 
Genco Erkal ve Dostlar Tiyatrosu, geçtiğimiz sezon “Bir Delinin Hatıra Defteri” ve “Yaşamaya Dair” oyunlarını sahnelerken, tüm tiyatrolar sezonunu kapatmasına rağmen yaz ayında da tiyatro izleyicilerini “Güneşinde Sofrasında - Nazım ile Brecht” oyunuyla, yaz ayının yeni sahnesi Mahmut Muhtar Paşa Konak’ta (Kadıköy) ağırlıyor.
 
Biz de ülkenin en kıdemli ve en genç aktörü ve tiyatrosuna, -yaşayan“Türk tiyatrosu tarihi”ne- bu vesileyle konuk olduk.
 
Yeni oyununuz hayırlı olsun ve yeni sahneniz de. Nâzım ve Brecht’in kimi zaman oyunlarını kimi zaman da şiir vb. çalışmalarını uyarladınız, oynadınız. Şimdi ise bu iki dev yazarı bir araya getirdiniz. Nereden aklınıza geldi bu kolaj çalışma? Hangi ihtiyaçtan doğdu?
 
Genco Erkal: Aslında bunun kökeninde bir Amerika turnesi yatıyor. Evvelki sene bizi Amerika’ya davet ettiler. Tiyatrolarda değil de caz kulüplerinde gösteri yapacaktık; New York, Washington ve Chicago’da. Ben de şiirlerden ve şarkılardan oluşan konser formatında bir gösteri düşündüm ve en sevdiğim iki yazarı bir araya getireyim dedim. O turne için böyle bir şey hazırladım: “Kabare, Nazım andBrecht”. Oyunu oynadık ve çok beğenildi. Dekor falan da yoktu. Bir piyanist çıkıyor, kuyruklu piyano vardı, iki tane de tabure var ve biz oyuncular. Daha çok müzik ağırlıklı böyle bir gösteri yaptık. Bunun sonrasında bizi Kıbrıs’a festivale çağırdılar, gittik. Sonra İzmir festivalinde oynadık. Sonra Hamburg’tan çağırdılar, orada da yaptık. Her gittiğimiz yerde çok beğenildi oyun. Sonra dedim ki belki biz bunu oyun haline getirebiliriz. Burayı da görüp bir açık hava tiyatrosu fikri oluşunca,kendi kendime dedim ki ona benzer bir şeyi burada uyarlayabilirim, aynı program değil tabi ama gene Nazım ile Brecht, gene şiir ve müzik ağırlıklı bir kolaj. Buradaki kabare değil daha tiyatro oldu. Çünkü sahne var, seyirciler var. Ben burayı görünce (konağı gösteriyor) şu aşağısına (konağın alt demir kapısı) Nazım’ın hücresi dedim, “Kalbim her gece Çamlıca’da harap bir konaktadır”deyince, yukarıda karısı da orada (konağın pencerelerine işaret ediyor) pencereye çıkacak dedim. Bu konağı görür görmez tüm oyunu kendi kafamda kurdum. Mesela oyunda bir ara Dr. Faust’unda evi oluyor o kapı. Bütün oyunu bu konağa göre kurdum. Kışın ise burayı aratmayacak bir dekor yapacağız kapalı salonlarda oynamaya devam etmek için. Haftanın iki günü, cumartesi ve pazar şeklinde Kenter Tiyatrosu olacaktır. Bunun yanında TrumpTowers var, Yunus Emre, Kadıköy, Kozzy, CKM gibi pek çok yer olacak yine. Devamlı turne halinde olacağız.
 
Geçtiğimiz senelerde yaz ayları Ali Paşa Hanı’nda oyunlar sahnelediniz ve çok da güzel tepkiler aldınız. Bu sene de Mahmut Muhtar Paşa Konak’tasınız. Bu sene Ali Paşa Hanı neden yok? Mahmut Muhtar Paşa fikri / denk gelişiniz nasıl oldu?
 
Öncelikle Ali Paşa Han’ı anlatayım. Oranın avlusunda ortak bir alan var. Oyunları o avluda oynuyorduk. Hanın mülkiyeti kardeşime ve bana ait. Kardeşim başlangıçta orada tiyatro oynanmasını çok istiyordu sonra nedense bilemiyorum buna karşı çıktı. Handa tiyatro istemediğini belirtti. Hatta oturma yerlerimiz vardı, bir bayramda onları parça parça etti. Sonrasında mahkemelik olduk. Mahkeme bizi haklı buldu, ona ceza verdi. Başka davalar da açtı. Tüm davaları kazandım ama onun izni olmadan tiyatro yapamıyorum. Ortak alan olduğu için yarı hakkı ona ait. Fatih Belediyesi de, istediğimiz gibi oynayabileceğimizi ama kardeşimden izin almam gerektiğini belirtti, kardeşim de izin vermedi. Ben bu durumu sildim attım kafamdan ve yeni bir aradım. Aylarca dolaştım, bir sürü yer gezdim, neredeyse tüm İstanbul’u dolandım durdum. Avrupa yakasında da dolaştım, Fransız Liselerinin bahçelerini gezdim, Anadolu yakasında da çok dolaştım, okulların yanı sıra kiliselerin bahçelerine de baktım, orada burada gördüğüm boş arsalara baktım ve sonunda burayı bulunca dedim ki tamam  işte burası yeterli!İzin almak zor olabilirdi çünkü burası Milli Eğitim’e bağlı bir yer. Okul müdürü çok ilgi gösterdi ve Milli Eğitim’den izni o aldı. Başladığımız günden beri kapalı gişe oynuyoruz.
 
 
Ali Paşa Hanı’ndaki oyunlarınız, atmosfer olarak tekstlere çok uygundu. Nazım’ın şiirlerini kolaj yaparken, sanırım avlunun hapishaneye benzemesi, şiirlerin de birçoğunun hapishanede yazılan şiirler olması sonucunda dramaturjik bir çalışma yaptınız. Peki, Mermer Konak’taki atmosfer de böyle bir dramaturjik çalışma yapmanıza mı neden oldu?
 
Az önce değindiğim gibi konağın alt katının dışarıdan bir hapishane görünümü var. Üst katların pencerelerindeyse Piraye Hanım’ın oturduğu konağı düşündüm. Bu detayları birbirine bağlayınca atmosfer oluşmuş oldu.
 
69 yılından beri Dostlar Tiyatrosu var ve ilk açılış yaptığınız Yapı Endüstri Merkezi’nden bu yana, birbirinden farklı yerlerde, ama tiyatro sahnesi olan ama olmayan birçok sahnede temsiller verdiniz, hâlâ da bu temsilleri farklı sahnelerde vermeye devam ediyorsunuz. Dostlar Tiyatrosu, izleyicilerden her dönem yoğun ilgi görmesine rağmen, neden yerleşik bir sahneye geçemedi, buna engel olan neydi? Ve bu sahne aldığınız tiyatrolar içinde sizin için en önemlisi hangisiydi?
 
Hepsinin ayrı ayrı önemi vardı. Biz göçebe bir tiyatroyuz ve İstanbul’da oynamadığımız salon kalmadı diyebilirim. Atlas Sinemasının yanında Küçük Sahne’de oynadık. Ferhan Şensoy’un Ses Tiyatrosunda oynadık. Elhamra’da oynadık, Karaca’da oynadık, Baro Han’ın altındaki salonda oynadık, Kenterlerde oynadık. Şişli’de uzun yıllar Ümit Sokak’ta bir sahnemiz vardı, Ümit Tiyatrosu adıyla, iki katlıydı, bir katta Nisa Serezli oynuyordu bir katta biz oynuyorduk ama sonradan daha çok para getireceği için sahibi tarafından kat otoparkı yapıldı. Dediğim gibi şu İstanbul şehrinde oynamadığımız hiçbir salon kalmadı. Nedense ben kendi tiyatromu yani salonumu yapmayı beceremedim. Oradan oraya dolaşmaktan, kaçmaktan kovalamaya vakit bulamadık galiba. Bazı engeller de olmadı değil tabi. Oyunlar yasaklanıyor, darbeler oluyor, kaldırılan oyunlar, turnelere gitmemiz engelleniyor, mahkemelere düşüyoruz, pasaport vermiyorlar vesaire derken bir tiyatro sahibi olamadık. Ama belki de böylesi daha iyidir. Hep yeni yeni yerler arayıp bulmak ve yenilenerek gitmek… En keyif aldığım sahneye gelince bunuseçmek çok zor benim için. Çünkü hepsinin kusurlarını görüyorum şimdi. Kenterlerde de kusur vardır mesela. Seyirci kısmına oturduğunuz zaman sahne yukarıdadır. Seyirci kafasını kaldırarak bakar. Sanırım benim en beğendiğim sahne Caddebostan Kültür Merkezinin sahnesi. Arena sahne gibidir. Ve ben aslında Eski Antik Tiyatrolarda olduğu gibi yuvarlak, arena sahneleri seviyorum.
 
Genco Erkal ve Reha Kadak.
 
Birçok tiyatro yazarının oyunu sahneye koydunuz, oynadınız. Hatta tiyatro metinlerinle de yetinmeyip dolu uyarlamalar da yaptınız. Genco Erkal ve Dostlar Tiyatrosu demek, benim için aynı zamanda dramaturjinin en iyi kullanıldığı yer de demek ve siz bence çok önemli bir dramaturgsunuz da. Peki, siz kendinizde hangi Genco Erkal’ı seviyorsunuz? Dramaturg olanı mı, oyuncu olanı mı yönetmen olanı mı?
 
Hepsinin yeri ayrı tabi ama bana her şeyden vazgeç bir tanesini seçeceksin ve diğerlerini yapamayacaksın deseler oyunculuğu seçerim. Ondan vazgeçemem. Fakat dramaturgiden de, sahneye koyma işinden de, oyun çevirmek ve oyun uyarlamaktan da ayrı ayrı keyif alıyorum ve hepsini bir bütün olarak görüyorum. Asıl önemli olan bence “tiyatro adamı” olmak. Tiyatro, yerleri süpürmekten, ışıkların ayarlanmasından, sahne düzenine kadar her şeyiyle bir bütündür. Ve ben de onun her alanında usta olmak istedim ve bugüne kadar bunun için emek verdim. Üniversitedeyken bizim genç oyuncular topluluğumuz vardı. Bazı ilkeleri de orada edindik. Eğitimlerimiz de hep bu şekilde oldu, beraberce: Ensemble. Dekoru da beraber taşımak, hamallığı da beraber yapmak gibi esasları olan kolektif çalışmaydı.
 
 
Dostlar Tiyatrosu içinde ve evvelinde dünden bugüne en çok hangi oyununuzu ve rolünüzü seviyorsunuz?
 
Rollerimin hepsi benim çocuklarım. Nasıl ayırt edeyim? Seyircinin en çok beğendiğini ve onlarda en çok iz bırakanı düşünürsem Bir Delinin Hatıra Defteri diyebilirim. Ülkemizdeki ilk tek kişilik oyun olması açısından da önemli bir oyundur. Ve yıllardır, 50 yılı geçti, ben bu oyunu değişik yorumlarla devamlı oynuyorum. Onun dışında Nazım çok ilgi çekiyor. 1975’ten beri Nazım üzerine değişik oyunlar yapıyorum. En son Yaşamaya Dair oldu, çok beğenildi. Brecht ve Aziz Nesin de öyle. Aziz Nesin’den de pek çok oyun yaptım. Marx da en sevdiklerimden ve beğenilenlerdendir, Marx’ın Dönüşü oyunum. Bir de Brecht’in oyunlarından en çok Galileo dikkat çekti. Fay Hattı da yerli olarak başarılı bir oyun oldu. Onun yanında Yalınayak Sokrates çok beğenildi ve çok oynandı. Bunlar en sevdiğim roller oldu.
 
Dostlar Tiyatrosu, birbirinden farklı tiyatro türlerini temsil eden yerli ve yabancı birçok oyuna imza attı.  Epik, Geleneksel, Belgesel, Absürd, Politik, Müzikal, Kabare, Müzikli Oyun gibi türleri hep denediniz; Brecht, Aziz Nesin, Sartre, Alfred Jarry, Beckett, Ionesco, Nazım, Gogol, Yaşar Kemal, Behiç Ak, Vasıf Öngören, Mehmet Akan vb. birbirinden farklı yazarları yılmadan, tüm baskılara rağmen sahneye koydunuz. Peki neden bir Shakespeare oyunu yok?
 
Tuhaf değil mi? Ben okulda ilk, Shakespeare ile başladım işe, Robert Kolejinde. Venedik Taciri, Hamlet… Profesyonel hayatımda bir tek Shakespeare oynadım, o daOthello oldu, Engin Cezzar’la beraber, o Othello’yu oynadı bense Iago’yu, Gulriz Sururi-Engin Cezzar Tiyatrosu’nda. Tek Shakespeare oyunum odur ama yıllardır, büyük bir kadromuz olamadığı için tek bir Shakespeare oyunu oynamaktansa, bir derleme yapmayı düşünüyorum. Tıpkı Brecht’e ve Nazım’a yaptığım gibi. Shakespeare oyunlarından bir kolaj hazırlama fikri var kafamda. Fakat bir türlü beceremedim. Çalışıyorum çalışıyorum, vazgeçiyorum. Henüz anahtarını bulamadım. Zaten dramaturgide en önemli şey odur: anahtar, o vücudu taşıyabilecek bel kemiğini oluşturmak ve onun üzerine etini, budunu yerleştirmek, önce dik durmayı sağlamak lazım. Mesela Sivas 93’ü yazabilir miyim acaba diye düşündüğümde dedim ki şunun anahtarını, bel kemiğini bir bulabilirsem deneyebilirim. Okudum, araştırdım, konu hakkında bir sürü çalışma yaptım. Sonunda o şeyi buldum ve kendime bir deneme yaptım. 1 hafta kapandım, 10 sayfa yazdım. Yazdığımı beğendirirsem kendime devam ederim dedim. Hakikaten de bulduğum anahtar, bel kemiği doğru imiş. Ama Shakespeare’de hala o anahtarı arıyorum, bulamadım, belki yakında bulurum, bilemiyorum. Sivas 93 ile ilgili de şunu söylemek istiyorum. Biz genç seyirciyi kaybetmiştik, artık gelmiyorlardı. Bu oyun bizim için dönüm noktası oldu ve gençler bizim oyunlarımızı tekrar izlemeye başladılar. Oyundan sonra gelip boynumuza sarıldılar. “Biz biliyorduk ama bu kadarını, böylesi olduğunu bilmiyorduk, çok etkilendik.” gibi yorumlar aldık ve oyunun sonunda herkes ağlıyordu.
 
 
Son birkaç yıldır roman ve şiir uyarlamaları ve tek kişilik ya da iki kişilik oyunlar yapıyorsunuz. Dostlar Tiyatrosu, kendi tiyatro felsefesine uygun tekst bulamıyor mu? Yakın zamanda bu uyarlamalar dışında, yeni ya da eski bir tiyatro metinini, farklı ve kalabalık oyuncuların da olduğu bir çalışma içinde düşünüyor musunuz?
 
Evet bulamıyor. En büyük derdim bu. Aslında çok ilginç bir ülkede yaşıyoruz. Konumuz bol ama doğru dürüst yazarlar çıkıp bugünümüzü anlatan, bizim de istediğimiz nitelikte oyunlar elimize geçmiyor. Yazılanları okuyoruz tabi ama hiçbiri bizi tatmin etmiyor. O yüzden sürekli eski defterleri karıştırıyoruz ve yine Nazım’a yine Brecht’e dönüyoruz. Ben istiyorum ki günümüzü, ülkedeki tüm bu olup bitenleri anlatan genç yazarlarımız çıksa dabiz de oynasak. Bu olmadığı için sürekli kendimiz uyarlamalar yapıyoruz.
 
Yıllar içinde, her dönemin dünyada ve ülkemizde yeni ve fark yaratan çalışmalarına örnekler verdiniz. Son birkaç yıldır ülkemizde yeni açılan ve alternatif tiyatrolar diye adlandırılan ekiplerin çalışmalarını takip ediyor musunuz ve onları nasıl buluyorsunuz?
 
Takip etmeye çalışıyorum. Bazılarıyla dayanışma halindeyiz. Yeni bir tiyatro, salon açılacağı zaman açılışı yapmamı ya da onlar için bir oyun oynamamızı rica ediyorlar. Onları kırmıyorum ve tek kişilik oyunlarımdan birini sahnelerinde oynuyorum ve destek oluyorum. İkinci Kat, Mekan Artı gittiklerimden bazıları, hemen hemen hepsine de gitmişimdir. Bu yıl biraz daha az fırsatım olsa da oyunlarını elimden geldiğince izlemeye çalışıyorum. Aralarında çok beğendiklerim de var, daha henüz yerine oturmadığını düşündüklerim de. Ne var ki gençlerin bu çabaları beni çok etkiliyor. Para da kazanmıyorlar aslında, televizyondan kazandıkları küçük miktarları bu sahnelere yatırıyorlar. Küçük de olsa 50-60 kişilik salonlar yapıyorlar. Onların bu çabasını çok takdir ediyorum ve başarılı olmalarını istiyorum. Çünkü onlar tiyatromuza taze bir kan getirdiler.
 
Psikoloji mezunusunuz, akademik alanınız tiyatro üzerine değil. Tiyatro eğitiminde, üniversitelerin tiyatro bölümlerinin / konservatuarlarının önemi nedir? Yeterli buluyor musunuz? Bunların dışında özel, YÖK’e bağlı olmayan akademiler de var. Onlar hakkında düşüncelerinizi nelerdir?
 
G. E: Bence çok fazla okul açıldı. Özellikle YÖK’e bağlı resmi okulları kastediyorum. Çok fazla okul var ama yeteri kadar hoca yok. Bazen gidiyorum, bakıyorum ve sizin hocanız kim, kiminle çalışıyorsunuz diyorum. Hiç adını duymadığım, yeni mezun olmuş, daha kendisi sahneye çıkmamış hocaları duyuyorum. Pratiği olmayan bir hoca ne öğretebilir ki? Oyunculuk yapa yapa öğrenilen bir şeydir. Sadece derste öğrendiğin teorik bilgileri anlatmakla olmaz. Önce o teorik bilgiyi sen kendi üzerinde deneyeceksin, belli bir pratikten geçeceksin ve ondan sonra öğreteceksin. Bir sürü mezun çıkıyor ama bazen bizim yaptığımız denemelerde görüyorum ki gelenler hiçbir eğitim görmemiş gibiler, kalite çok düşük. Tabi Hacettepe gibi, Dokuz Eylül gibi, Mimar Sinan ve İstanbul Üniversitesi gibi belli ekolü olan okullar var ama onlarda da bir düşüklük olduğunu düşünüyorum. Çünkü eski hocaları yok ve yeni hocalar da o eski hocalar gibi efsaneler değiller. O eski efsanelerin çapında hoca yok maalesef. Benim neden hocalık yapmadığıma gelince… Dediğim gibi koşturmak ve her şeye yetişmekten; oyunu bulmak, seçmek, yönetmek, uyarlamak, devamlı turne ve devamlı oynamak nedeniyle benim eğitime ayıracak zamanım olmadı. Sürekli koşturma halindeyim.
 
Sizi, geçen yıl Ali Paşa Han’daki oyununuzda izlediğimde kolunuz alçıda, kırık olarak sahneye çıkmıştınız. O halinize rağmen çok etkileyiciydi performansınız. Birçok usta tiyatrocudan duyduk, hatta geçen sene Haluk Bilginer dahi, “Oyuncu insandır önce, hasta ya da bir yakını öldüğünde neden sahneye çıksın ki” benzeri açıklamalarda bulundu. Siz bu duruma nasıl bakıyorsunuz?
 
Benim gözümde tiyatro çok kutsal. Oyunculuk da aynı şekilde kutsal bir görev ve her şeyin önünde, yaşamımın merkezindedir, her zaman en önde gelir. Evet, geçen sene Ağustos’un 12’sinde ameliyat oldum. 1 hafta sonrasında Ankara’da Fazıl Say ile birlikte Nazım Oratoryosu’nu yaptık, orada da kolum sıkıntılıydı. Ama bu sahneye çıkmama engel değildi. Mesela tatil geliyor insanlar 3 ay hatta 4 ay Bodrum’da yatıyor. Ben de diyorum ki yazın da çalışın, 1 ay tatil yapsak yeterli, geri kalan zamanlarda açık hava tiyatrosu yap mesela, bir oyun oyna… Ama maalesef… Oynamak bizi ayakta tutar, canlı kılar. Tiyatro her zaman devam etmeli.
 
Genco Hoca, röportajımız sonunda bizleri kapıya kadar uğurladı. Bizler de heyecanla oyunun başlama saatini bekledik. Ve sahnede yine “şaman” vardı. Yeni sahnesindeki atmosferle, yine ve her zamanki gibi yenibir atmosferin içine çekti bizi. Tüm enerjisi, bilgisi, deneyimi ile yine bizleri büyüledi, yine bizleri düşündürdü. Genco Erkal ve Dostlar Tiyatrosu, dünden bugüne her şeye rağmen, çalışmalar vermeye devam ediyor.
 
Yazın üç sütün üstüne kapkara haykıran puntolarla:
 
“GENCO ERKAL, TİYATRO YAPMAYA DEVAM EDİYOR, HALA…”
 
*Röportajın oluşumunda katkısı olan nişanlım Deniz Topçu’ya ve Dostlar Tiyatrosu’nun basın danışmanlığını üstlenen BKZ İletişim’den Hande Harmandalı’ya sonsuz teşekkür ederim.